Psikanaliz insanı anlamaya ve açıklamaya dair şimdiye dek geliştirilmiş en yetkin kuramlardan birisidir. O salt ruhsallığa ait bir kuram olmanın çok ötesine geçmiş, insan ve hayat üzerine söz söyleme ehliyetine sahip büyük düşünce sistemlerinin hizasındaki yerini almıştır. Nitekim günümüzde psikanaliz, ruhsallığın doğası ve psikopatolojisine ilişkin geniş kapsamlı bir kuram ve etkin bir tedavi tekniği olmasının yanı sıra antropolojiden sosyolojiye, felsefeden ideolojiye, mitolojiden dinlere, tarihten popüler kültüre, edebiyattan sinemaya dek insan ve kültürle ilişkili hemen her alanda açıklayıcı gücüne başvurulan bir meta-kuram görünümü arz etmektedir.
Freud psikanalizi doğa ve insan bilimlerinin yanı sıra üçüncü bir bilim olarak takdim ettiğinde kaderini en başından çizmiş, ufkunu çoktan işaret etmişti zaten. Yıllar öncesinde, psikanalizin insanı anlamak amacı güden her disiplinin başvuracağı bir kaynak olduğunu tespit etmekle kalmamış daha ötesini öngörmüştü. Şöyle der:
“Bir derinlik psikolojisi ve bilinçdışının kuramı olarak psikanaliz, insan medeniyetinin evrimiyle ilgilenen tüm bilimler için kaçınılmaz bir kaynak olmuştur. Analizin nevrozların tedavisi için kullanımı onun uygulama alanlarından sadece birisidir ve gelecek yıllar belki de ortaya koyacaktır ki, en önemlisi de olmayacaktır.” (Freud,1930).
Kehanet tutmuş gözüküyor. Günümüzde insanı ve insana dair olanı anlamaya çalışan hemen her yaklaşım psikanalizin bilgisine ve görgüsüne başvurma gereği hissediyor; psikanaliz zengin kavramsal donanımıyla söz konusu disiplinlere güçlü bir entelektüel lojistik destek sağlıyor. Psikanalitik kuramın ilgili disiplinin içinde yardımcı bileşen olduğu bu kullanımın yanı sıra bizzat kendisinin başrolde olduğu klinik dışı kullanımı günümüzde “Uygulamalı Psikanaliz” adı altında özelleşmiş durumda. Psikanalizin divandan kalkıp odanın dışına açıldığı, karşımıza zaman zaman bir edebiyat eleştirisi, sinema analiz yöntemi, zaman zaman bir popüler kültür eleştirisi, mitoloji çözümleme yöntemi (psikomitoloji), tarihsel veya kültürel bir kişiliğin ruhsal yapısını analiz etme (psikobiyografi) vb. uğraşı olarak çıktığı uygulamalı psikanaliz insan ruhsallığının aracılık ettiği hemen her olguyu psikanalizin özgün kuramsal dili içinde anlamaya ve açıklamaya çalışır. Uygulamalı psikanaliz aslına bakılırsa geleneğin alışkın olduğu, hatta Freud’un yukarıda ifade ettiği öngörünün gereği sayılabilecek bir üslubun giderek uzmanlaşmış hali sayılabilir, zira bu alanda çalışan isimlerin birçoğu psikanalitik gelenekten gelen, kendileri de bizzat psikanalist olan kişiler (Erten, 2006). Ancak, klinik uygulamayla herhangi bir bağı olmayan, psikanalitik bilgiyi kendi uğraş alanı içinde temel bir perspektif olarak kullanan filozof, edebiyat ve sinema eleştirmenlerin varlığı “klasik uygulamalı psikanaliz” anlayışının dışında sayılsa bile bir açıdan bakıldığında bu durum sürecin kaçınılmaz sonucu gibi gözükmektedir. Örneğin Hitchcock filmlerinden, detektif romanlarına, popüler kültürden ideolojiye dek hemen her alanda Lacancı psikanalizi felsefi etkinliğinin temel rehberi yapmış olan Slovenyalı filozof Slavoj Zizec bu türün belki de en popüler ve en prototipik örneğidir.
***
Psikanalizin uygulama alanının çeşitlenmesi ve diğer disiplinlere mensup meslek dışı profesyoneller tarafından kendi inceleme alanlarında kullanılması zaman içinde kuramın zengin bir içerikle donanmasını sağlamış, açıklayıcı gücünü artırmıştır. Disiplinlerarası her bir etkileşim psikanalitik kuramın beslendiği, yeri geldiğinde dara çekilip sınandığı, doğrulanıp pekiştiği veya gerektiğinde tadil olup dönüştüğü ama ne olursa olsun zenginleşerek çıktığı bir karşılaşma halini almaktadır. Psikanalizin yeni âdeti değil bu gerçi; en başından itibaren diğer disiplinlerle kâh çatışarak kâh uzlaşarak ama daima söyleşerek kendini kuran bir disiplinden bahsediyoruz nihayetinde. Nitekim Freud’un kuramı oluşturma ve geliştirme tarzı dikkatle incelendiğinde ruhsallığı insana dair her türlü veriden hareketle ele alan ve düşünen bir bilim insanı çıkar karşımızda; kuramsal çalışmasında, seans odasında ortaya çıkan klinik verilerle yetinmemiş, antropolojik verilerden, gündelik, sosyo-kültürel gözlemlerden, edebiyat ve (oto)biyografi incelemelerinden de önemli ölçüde yararlanmış, bazı önemli kavramları kendi oto-analizi de dâhil olmak üzere klinik dışındaki alanlardaki olguları incelemesi sonucunda elde etmiştir. Evet, psikanalizin inceleme alanı insan ruhsallığıdır ancak ruhsallığa dair metapsikolojinin oluşturulmasında kültürel, sosyal vb. olgular her zaman klinik olgularla hemen hemen eşdeğer epistemolojik kıymette sayılmıştır.
Örneğin Freud’un ilk edebi eser analizi olma özelliği taşıyan Wilhelm Jensen’in “Gradiva” adlı kısa öyküsünden başlamak üzere “Lenordo da Vinci ve Bir Çocukluk Hatırası”,“Totem ve Tabu”,“Grup Psikolojisi ve Egonun Analizi”,“Bir Yanılsamanın Geleceği”,“Uygarlık ve Huzursuzlukları”,“Musa ve Tektanrıcılık” Freud’un klinik olgulardan elde ettiği kavramları kullanarak edebi, biyografik, kültürel ve sosyal süreçleri incelediği ve bazen de bu çalışmalar aracılığıyla insan ruhsallığına dair yeni kavramsallaştırmalar elde ettiği çalışmalar olmuştur.
Bu ve benzeri çalışmalar sayesinde kuram kâh klinik verilerden hareketle soyutlanan kavramların bir başka alandaki olguları açıklamak amacıyla sınandığı, kâh diğer alandaki olguların ruhsal yapı ve süreçlerin izdüşümleri olduğu kabulünden hareketle ruhsallığa dair çıkarımların yapıldığı bir düşünsel sarkaç hareketiyle genişlemiş, derinleşmiş, zamanla yüksek bir açıklayıcı güce ulaşmıştır.
Freud’un insanı anlamaya çalışırken psikanalizin epistemolojik tabanının genişletecek biçimde klinik verilerin yanı sıra sosyal, kültürel olguları inceleme alanına dâhil etmesi psikanalizde insan ruhsallığını disiplinlerarası tarzda düşünme refleksine yol açmıştır. Giderek doğallaşmış ve artık neredeyse disiplinin vasatı haline gelmiş bir düşünme geleneğine ve ele alma tarzına dönüşmüş olan bu kuramsal refleks insana dair her şeye merak duyan bir ilgi zenginliğine yol açmış, psikanalize muazzam bir entelektüel kudret kazandırmıştır.
Kanımca psikanalizin açıklayıcı gücü ve diğer disiplinler nezdindeki cazibesi esas itibariyle kendini diğer disiplinlerin verilerine açık tutan bu çoğul perspektifli düşünme tarzıdır. Keza, psikanalitik düşüncenin hakkı verilerek yazılmış metinlerde rast geldiğimiz konu çeşitliliği ve geniş ilgi alanı, ele alınan meselenin çok farklı perspektiflerden okunduğu entelektüel zenginlik ve çok katmanlılık bu düşünsel tarzın olağan sonucu gibi görünmektedir. Belki de iyi psikanalitik metinler bu nedenle okuyanı derinden etkiler, bilince ve ruha zenginlik katarken dönüştürür ve eğitir.
***
Chris Joannidis’in kaleminden çıkan Tefekkür Yakınlıkları[1] kitabı “iyi psikanalitik metin”lerden oluşuyor. Kitap Joannidis’in çeşitli bilimsel toplantılarda sunduğu ve/veya bilimsel dergilerde yayınladığı İngilizce veya Yunanca makalelerin Türkçe çevirilerinden oluşan değerli bir seçki.
İstanbul doğumlu olan Chris Joannidis İstanbul Robert Koleji’nden mezun olduktan sonra tıp eğitimi için ABD’ye gitmiş, psikanaliz eğitimini İngiltere’de tamamlamış. Uzun yıllar İngiltere’de yaşadıktan sonra Yunanistan’a yerleşen Joannidis halen Atina’da yaşamakta. Britanya Psikanaliz Cemiyeti, Yunan Psikanaliz Cemiyeti, Tavistoc Psikoterapistler Cemiyeti ve Londra Grup-Analizi Cemiyeti üyesi olan yazar eğitim analisti ünvanına sahip.
Chris Joannidis Türkiye’de psikanalizin kurumsallaşma sürecine de önemli katkılar sunmuş bir isim. 2000’li yıllarda psikanalist Yavuz Erten’in önayak olmasıyla İstanbul’da çeşitli mesleki etkinliklerde ve çalışmalarda bulunur; konferanslar verir, vaka çalışmaları yapar, yıllar içinde onlarca psikanalistin yetişmesinde emeği vardır. Joannidis halen Türkiye Psikanaliz Çalışma Grubu, Psikeİstanbul psikanalist adaylarının Uluslararası Psikanaliz Birliği’ne (IPA) bağlı eğitim programında eğitmen ve süpervizör olarak psikanalizin Türkiye’deki gelişimine destek vermeyi sürdürmektedir.
Türkçe’ye kazandırılmış özgün ve “iyi psikanalitik metin”lerden oluşan Tefekkür Yakınlıkları kitabı Chris Joannidis’in Türkiye psikanaliz hareketine sunduğu değerli bir katkı olarak selamlanmalı kanımca. 15 makaleden oluşan kitap çok çeşitli konuyu derinlemesine işliyor; ev ve eve dönüş kavramlarından zaman temasına, kendini tanımaktan ilişkilere, öznelliklerarası kavramından cinnete, aktarımdan karşıaktarıma, grupla ilgili dinamiklerden süpervizyona, bedenden psikanalizin sinirbilimle ilişkisine dek birbirinden ilginç meseleyi tartışırken insanlık durumunun psikanalitik bakışla ele alındığında nasıl özgün bir idrake yol açtığını örnekliyor.
Tefekkür Yakınlıkları, her şeyden önce, psikanalitik bilgi ve tecrübeyle yoğrulmuş bir zihnin hayatı ve insanı nasıl okuduğunu, bir meseleyi ele alırken nasıl akıl yürüttüğünü içeriden birinci elden, deneyimli ve yetkin bir psikanalistin gözünden anlamamızı sağlıyor. Kuru bir analiz değil Joannidis’inki; ele aldığı meseleyi temel enstrümanı psikanalizle derinleştirirken felsefe, tarih, antropoloji edebiyat vb. disiplinlerin birikimiyle boyutlandırmak suretiyle yalınkatlık tuzağından sakınıyor. Yazarın klinik uygulamadan gelen tecrübesi ve gözlemleriyle birleşen engin psikanalitik bilgisi sayesinde incelediği meseleler kişisel yorum ve muhakemesiyle özgünlük ve canlılık kazanıyor. Kuramsal konulara odaklanan makaleler bilhassa meslekten okuyucular için oldukça öğretici.
Chris Joannidis’in yazılarında rast geldiğimiz zengin entelektüel içerik, çok boyutlu ve çok katmanlı yapı yazının başında dile getirdiğim psikanalizin disiplinlerarası bakışını ustalıkla kullanması sayesinde şüphesiz. Ancak aynı bakış açısı kitabın birkaç yerinde beliren haklı bir endişenin açığa çıkmasına da sebep sanki. Psikanalizin diğer disiplinlerle etkileşimi ve alışverişi ayırt ediciliğini aşındırmakta, özgünlüğünü tartışmaya mı açmaktadır yoksa?
“Psikanalizle diğer bilimlerdeki yaklaşımların etkileyici benzerliği psikanalizi diğer bilimlerle eşdeğer tutmakla birlikte farklılıkları törpüleyerek onu gereksiz kılma tehlikesini ortaya çıkarmıştır.”(s.67)
Joannidis bu endişeye kıymetlisini tehlike ve tehditlerden sakınan bir ebeveyn edasıyla meydan okur.
“Yönelitilen soru psikanaliz sinirbilime ihtiyacı olup olmadığı sorusuydu. Benim cevabım, psikanalizin bilişsel bilimden, sinirbilimi ve etolojiden felsefeye, sosyal bilimlere ve edebiyata kadar tüm kardeş bilim dalları ile diyalogu ve fikir alışverişini hoş karşıladığı olacaktır, çünkü bunlar karşılıklı olarak birbirini zenginleştiricidir. Ancak meşruluk kazanma çabasıyla ihtiyaçtan bahsediyorsak o zaman cevabım yılmaz bir hayırdır.”(s.191)
Endişesinde ve savunusunda haklıdır Joannidis. Çünkü psikanaliz tüm diğer özgün bilimler/disiplinler gibi başka türlü ulaşılması mümkün olmayan, sadece kendine has araç ve yöntemlerle incelenebilecek varlık alanına sahiptir. “İçdünya”,” temsili dünya”, “ruhsallık” veya “öznellik”; adına ne dersek diyelim, kuramın teorik sorunsalı olan bu insani varlık alanı psikanalizin özgünlüğünün, başka hiçbir bilim/disiplin tarafından gasp edilmesi mümkün olmayan, ebedi gerekçesi ve güvencesidir.
“Psikanalizin başka bilimler tarafından incelenen ve tarif edilen ortak konulara değindiği halde bireysel deneyimlere, özel kişisel hikâyelere ve ‘beni olduğumu bildiğim şey yapan’ öznelliğin kendi çekirdeğine, benzersiz bilimsel yöntemlerle yaklaştığı özenle vurgulanmalıdır.”(s.67)
KAYNAKLAR
Erten, Y. (2006). Psikanaliz Oda Dışına Çıkınca. Uygulamalı Psikanalizde Çerçeve Sorunu. Psikanaliz ve Psikanalitik Psikoterapiler Derneği’nin (PPPD) düzenlediği, Psikanalitik Bakışlar Sempozyumu-2006’da sunulmuştur.
Freud, S. (1930). The Question of Lay Analysis. SE 20, pp.183-258.
[1] Chris Joannidis, Tefekkür Yakınlıkları, (Ed. Melis Tanık Sivri), Psike İstanbul Psikanaliz Kitaplığı, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 216 sayfa