wabiakademi.com

HakanKiziltan

DESTEKLEYİCİ DİNAMİK PSİKOTERAPİ & KISA SÜRELİ DİNAMİK PSİKOTERAPİ

-Online/Çevrimiçi– Eğitmenler F. Senem Şahlar Hakan Kızıltan  Destekleyici dinamik psikoterapi ve kısa süreli dinamik psikoterapi, dinamik psikoterapi gibi kuramsal ve teknik kökenlerini psikanalizden alır. Bahsedilen tüm dinamik psikoterapi yöntemlerinin mevcut semptomlara, psikopatolojiye ve uygulanan klinik ortama göre farklılıklar gösteren hedefleri ve teknikleri vardır. Bu eğitim ana ekseninde destekleyici dinamik psikoterapi ve kısa süreli dinamik psikoterapinin uygulama alanlarından, ikisi arasındaki yöntemsel ayrımlardan, uygulanabilecek danışan profilindeki farklılıklardan bahsetmeyi hedeflemektedir. Buna zemin oluşturacak psikanalizin temel kuramları da eş zamanlı ele alınacaktır. Eğitimin Amaçları: Kuram:  Bu seminer dizisinde insan ruhsallığının doğasını anlamaya yönelik tüm Psikanalitik kuramlar ele alınmayacaktır. Zaman sınırı olan çalışmalar ya da danışanın kişilik örgütlenmesinin, yaşadığı travmatik deneyimlerin ancak destekleyici bir çerçeve ile çalışmaya uygun olduğu durumlarda kullanılabilecek kuramlardan bahsedilecektir. Klinik:  Dinamik psikoterapi kuramsal çerçevesinde kişilik organizasyonları ve kişilik bozuklukları, psikopatolojiler ve klinik görünümleri destekleyici ya da kısa süreli dinamik psikoterapinin uygulama alanı dikkate alınarak ele alınacaktır. 12 ile 20 arasında değişen kısa süreli çalışmalarda ya da borderline örüntüleri olan danışanlarla yürütülen destekleyici çalışmalarda seansların nasıl başlatılacağı, psikoterapi çerçeve konuşmasının nasıl yapılacağı, terapiden beklenen hedeflerin belirlenmesi, terapinin nasıl bu hedefler doğrultusunda ilerletilip sonlandırılacağından bahsedilecektir. Teknik: Üniversitelerde, okullarda, STK’lar ya da SHM, belediye gibi kamu kurum ve kuruluşlarında kısa süreli ya da destekleyici dinamik terapi ile nasıl çalışılacağı ve hangisinin uygun olduğuna nasıl karar verileceğine dair teknikler ele alınacaktır. İlk seanstan, sürecin termine edildiği son seansa kadar destekleyici dinamik psikoterapinin aşamalı olarak tüm teknikleri detaylı olarak tartışılacaktır. Kimler Katılabilir: Psikolog, psikiyatrist, psikolojik danışman, sosyal çalışmacı, psikiyatri hemşiresi vb. ruhsal sağlık mesleklerine mensup kişiler veya ilgili alanlarda yüksek lisans/doktora düzeyinde eğitim görmekte olan öğrenciler Eğitim Düzeni: Online ZOOM platformu üzerinden gerçekleştirilecektir. Eğitmenlere belirtilmediği sürece katılımcıların kameralarının açık olması ve aktif katılımları beklenmektedir.  Seminerler kaydedilecek ve eğitim süresi boyunca Drive üzerinden katılımcıların erişimine açık olacaktır. Eğitim Süresi ve takvimi: Eğitim EKİM ayının ilk haftası itibariyleher PAZARTESİ 20.00-22.00 aralığında olacaktır. Toplam 25 seminer dizisinden oluşmaktadır. (Eğitim takvimi aşağıda belirtilmiştir.) Katılım ücreti ve önemli bilgiler 1) Daha önce “Dinamik Psikoterapi ’de kuram klinik teknik” eğitimine katılan katılımcılar için eğitimin toplam ücreti 28.000Tl + KDV’dir. (Toplam 15 seminer) Katılımcı tüm yıl için kaydolmaktadır; haftalık katılım geçerli değildir. Ödemeler peşin veya aylık taksit halinde havale yoluyla alınacaktır. Taksitli ödeme durumunda 4.000TL ön ödeme alınacak kalan miktar taksitler halinde (6 ay X 4.000) tahsil edilecektir. Peşin ödeme durumunda ücret 25.000 TL + KDV’dir. 2) Eğitimin 25 haftadan oluşan tamamına katılım ücreti (25 seminer) 46.000 TL + KDV’dir. Katılımcı tüm yıl için kaydolmaktadır; haftalık katılım geçerli değildir. Ödemeler peşin veya aylık taksit halinde havale yoluyla alınacaktır. Taksitli ödeme durumunda 6.000TL ön ödeme alınacak kalan miktar taksitler halinde (8ay X 5000) tahsil edilecektir. Peşin ödeme durumunda ücret 40.000 TL + KDV’dir. *** Daha önce “Dinamik Psikoterapide Kuram Klinik Teknik” eğitimini tamamlamış olan katılımcılar programın sadece “Kısa süreli destekleyici dinamik psikoterapi” bölümlerine katılabilirler. Her iki eğitime eş zamanlı katılmak da mümkündür.  Bu durumu başvuru formunda belirtmeleri gerekmektedir. Kayıt: Kesin kayıt için başvuru formunu doldurup sizinle yapılacak online ön görüşme sonrasında ön ödemenin yapılması gerekmektedir. Katılımcı Belgesi: Eğitim sonunda WABİ PSİKO-DİNAMİK AKADEMİ imzalı katılım belgesi verilecektir. E-Kütüphane: Katılımcılar Psikanalitik kaynakların yer aldığı e-kütüphaneye ücretsiz erişim hakkına sahiptirler. İndirimli Etkinlikler: Katılımcılar WABİ PSİKO-DİNAMİK AKADEMİ bünyesinde düzenlenen DİNAMİK PSİKOTERAPİ ATÖLYELERİ, NARSİSİZM SEMİNERLERİ ile NİDUS PSİKOTERAPİ MERKEZİ’NDE verilen eğitim ve süpervizyon çalışmalarına indirimli ücretten katılabileceklerdir. Destekleyici Dinamik Psikoterapi& Kısa Süreli Dinamik Psikoterapi  Kuram, Klinik, Teknik 2024-2025 PROGRAMI 7 EKİM Dinamik psikoterapi, destekleyici dinamik psikoterapi, kısa süreli dinamik terapi: Benzerlikler & Farklılıklar 14 EKİM Dinamik psikoterapide temel kuramlar ve kavramlar 21 EKİM Destekleyici dinamik psikoterapi uygulama alanları: Borderline örgütlenmeler 28 EKİM Ruhsallığın ontolojisine giriş: İnsan ruhsallığının evrimsel ve nöro-psikolojik temelleri 4 KASIM Destekleyici dinamik psikoterapi uygulama alanları: Travmatik deneyimler 11 KASIM Nesne İlişkileri Kuramı -1 18 KASIM Kısa süreli dinamik psikoterapi uygulama alanları: nevrotik örgütlenmeler, seans sınırlaması olan çalışma düzenleri 25 KASIM Nesne ilişkileri kuramı -2 2 ARALIK Zeitgeist ve çevrimiçi (online) dinamik psikoterapi destekleri 9 ARALIK Narsisizm kuramı -1 16 ARALIK Mesleğe başlarken: Dinamik psikoterapist olmak 23 ARALIK Narsisizm kuramı-2 30 ARALIK Psikopatolojiye destekleyici dinamik psikoterapi çerçevesiyle bakmak 6 OCAK Narsisizmden oidipusa: Ruhsallığın paradigmatik dönüşümü 13 OCAK Destekleyici dinamik psikoterapi teknikleri 1 20 OCAK Haset kuramı 27 OCAK Destekleyici dinamik psikoterapi teknikleri 2 3 ŞUBAT TATİL 10 ŞUBAT Ruhsallığın işleyişi Mekanizması: Sapkın, nevrotik ve süblim işleyişler 17 ŞUBAT Vaka paylaşımı-1 24 ŞUBAT Psikanalitik ekoller ve kuramcılara toplu bir bakış 3 MART Psikopatolojiye kısa süreli dinamik psikoterapi çerçevesiyle bakmak 10 MART Kısa süreli dinamik psikoterapi teknikleri-1 17 MART Kısa süreli dinamik psikoterapi teknikleri-2 24 MART Afet ve acil durumlarda Destekleyici ve Kısa süreli dinamik psiko-sosyal destek uygulamaları 30 MART Vaka paylaşımı-2 ve kapanış F. SENEM ŞAHLAR kimdir? F. Senem Şahlar Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. Klinik Psikoloji Yüksek lisansını Bahçeşehir Üniversitesi’nde tamamladı. Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Psikiyatri Servisi ve Polikliniği’nde yetişkinlerle psikoterapi çalışmaları yürüttü. Dinamik Psikoterapi ve Varoluşçu Psikoterapi alanlarında klinik eğitim gördü. Meslek yaşamı boyunca, psikolojinin farklı alanlarına özgü eğitimler almanın yanı sıra insan ruhsallığını bütüncül anlamaya yönelik kadın araştırmaları, antropoloji, sosyoloji, sinema ve edebiyat gibi disiplinlerle ilgilendi ve bu alanlarla ilgili çeşitli sivil toplum kuruluşlarında çalışmalar yürüttü. Halen, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) Türkiye’deki yürütücü ortaklığını üstlenen bir vakıfta “Mültecilere Yönelik Psikososyal Destek” adlı projede yetişkin ve çocuklarla kısa süreli destekleyici dinamik psikoterapi ve grup psikoterapisi çalışmaları yürütmektedir. Bunun dışında dinamik psikoterapi, eğitmenlik ve süpervizyon çalışmalarına çevrimiçi devam etmektedir. HAKAN KIZILTAN kimdir? İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı. Yüksek lisans tezinde narsisizm üzerine çalışmış, dinamik psikoterapi alanında klinik eğitim görmüştür. Doktora eğitimini İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nda tamamlamış, doktora tezinde Türkiye psikanaliz tarihi üzerine çalışmıştır.Kurucusu olduğu Wabi Psikoterapi Merkezi’nde klinik psikolog ve psikoterapist olarak çalışmaktadır. Acıbadem Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisans programında öğretim görevlisidir.Psikokültürel Analiz Dizisi SURET’in Yayın Kurulu Üyesi, Hekimin Filozof Hali, Psikomitoloji: İnsanı Öykülerinde Aramak 1-2 başlıklı kitapların eş editörüdür.Psikanaliz, dinamik psikoterapi, narsisizm ve psikontoloji; Türkiye psikanaliz ve psikoterapi tarihi üzerine çalışmakta, ilgili konularda yazmakta, bilimsel ve eğitsel çalışmalarda bulunmaktadır. Başvuru Formu

DİNAMİK PSİKOTERAPİDE İLERİ DÜZEY

DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TEKNİK BECERİLER: İLK GÖRÜŞMEDEN TERMİNASYONA

2024-2025 DÖNEMİ -ONLINE/ÇEVRİMİÇİ- Eğitimci: Hakan Kızıltan DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TEKNİK BECERİLER eğitim seminerleri dinamik psikoterapinin temel kuramsal ve teknik bilgisine sahip olmakla birlikte, bilgi ve deneyimini derinleştirmek isteyen psikoterapist ve psikoterapist adaylarına yöneliktir. Kimler katılabilir: Önemli Not: Bu eğitimle eşzamanlı olarak DİNAMİK PSİKOTERAPİDE KURAM, KLİNİK, TEKNİK eğitim seminerlerine ve DİNAMİK PSİKOTERAPİDE İLERİ DÜZEY TEKNİK BECERİLER eğitim seminerlerinin fark derslerine (bkz. program) başvurabilirsiniz.. Eğitim Düzeni: Online/çevrimiçi ZOOM platformu (Seminerler kayıt altına alınacak ve 1 yıl boyunca katılımcıların erişimine açık olacaktır.) Eğitim süresi ve takvimi: Ekim ayı itibariyle iki haftada bir ÇARŞAMBA günleri 20.00-22.00 olmak üzere toplam 20 seminer (Program takvimi aşağıda belirtilmiştir). Katılım Ücreti: Eğitimin toplam ücreti 40.000 TL’dir (KDV dâhil). Katılımcı tüm yıl için kayıt olmaktadır; haftalık katılım geçerli değildir! Ödemeler peşin veya aylık taksit halinde havale yoluyla alınacaktır. Taksitli ödeme ücret aylık taksitler halinde (8 ay X 5000 TL) tahsil edilecektir. Peşin ödeme durumunda ücret 35.000 TL’dir (KDV dâhil) . Katılımcı belgesi: Eğitim sonunda WABİ PSİKO-DİNAMİK AKADEMİ imzalı katılım belgesi verilecektir. E-Kütüphane: Katılımcılar psikanalitik kaynakların yer aldığı e-kütüphaneye ücretsiz erişim hakkına sahiptirler. DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TEKNİK BECERİLER: İLK GÖRÜŞMEDEN TERMİNASYONA 2024-2025 PROGRAMI 2 EKİM SEMİNER PROGRAMININ EĞİTSEL ÇERÇEVESİNE GİRİŞ 9 EKİM DİNAMİK PSİKOTERAPİNİN KURAMSAL ÇERÇEVESİ-1 16 EKİM DİNAMİK PSİKOTERAPİNİN KURAMSAL ÇERÇEVESİ-2 6 KASIM DİNAMİK PSİKOTERAPİDE DANIŞAN DEĞERLENDİRME TEKNİĞİ-1 20 KASIM DİNAMİK PSİKOTERAPİDE DANIŞAN DEĞERLENDİRME TEKNİĞİ-2 4 ARALIK DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TEDAVİ SEÇENEKLERİ VE KOMBİNE TEDAVİLER 18 ARALIK DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TERAPÖTİK ÇERÇEVEYİ KURMAK VE SÜRECİ BAŞLATMAK 8 OCAK DİNAMİK PSİKOTERAPİDE “ZOR DANIŞANLARLA”LA TEDAVİ KONTRATI YAPMAK 15 OCAK TERAPÖTİK DİNLEME TEKNİĞİ: DANIŞANIN DİNAMİKLERİNİ DUYMAK-1 29 OCAK TERAPÖTİK DİNLEME TEKNİĞİ: DANIŞANIN DİNAMİKLERİNİ DUYMAK-2 12 ŞUBAT DİNAMİK PSİKOTERAPİDE AKTARIM ANALİZİ 26 ŞUBAT DİNAMİK PSİKOTERAPİDE KARŞIAKTARIM ANALİZİ 12 MART DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TEKNİK KAVRAMLAR 26 MART DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TERAPÖTİK STRATEJİ VE TEKNİKLER-1 9 NİSAN DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TERAPÖTİK STRATEJİ VE TEKNİKLER-2 16 NİSAN DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TEDAVİ KOMPLİKASYONLARI VE BAŞETME STRATEJİLERİ: DİRENÇ ANALİZİ-1 30 NİSAN DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TEDAVİ KOMPLİKASYONLARI VE BAŞETME STRATEJİLERİ: DİRENÇ ANALİZİ-2 14 MAYIS DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TEDAVİYİ SONLANDIRMA: TERMİNASYON-1 21 MAYIS DİNAMİK PSİKOTERAPİDE TEDAVİYİ SONLANDIRMA: TERMİNASYON-2 28 MAYIS DİNAMİK PSİKOTERAPİSTİN MESLEKİ GELİŞİM REHBERİ Başvuru Formu

DİNAMİK PSİKOTERAPİ ATÖLYELERİ

WABİ DİNAMİK PSİKOTERAPİ ATÖLYELERİ alanda aktif olarak çalışan dinamik psikoterapistlerin klinik ve teknik bilgi ve becerilerini geliştirmeye yönelik interaktif bir seminer dizisidir. ATÖLYE DÜZENİ: Online/çevrimiçi ZOOM platformu NOT: Atölye çalışması kayıt altına alınacak ve 1 ay süreyle erişime açık kalacaktır. ATÖLYE TARİHİ: 25 NİSAN 2025 CUMA SAAT: 20.00-22.00 KİMLER KATILABİLİR: Aktif olarak dinamik psikoterapi uygulayan ruh sağlığı uzmanları ATÖLYE ÜCRETİ: 1200 TL YAVUZ ERTEN KİMDİR? Eğitim ve süpervizyon analisti ve klinik psikolog. Uluslararası Psikanaliz Birliği (IPA) ve Psike İstanbul üyesidir. İçgörü Psikoterapi Merkezi’nin kurucusudur. Psike İstanbul (İstanbul Psikanaliz Eğitim, Araştırma ve Geliştirme Derneği) kurucu üyesidir. Erten’in psikanaliz üzerine yazılarından oluşan Karanlık Odadaki Suretler (2010) başlıklı bir kitabı vardır. Psikanalizden Dinamik Psikoterapilere (1999) kitabının Cahit Ardalı ile birlikte, yazarıdır. Psikanalizin Öteki Yüzü: Heinz Kohut (2003) ve Bilim ve Felsefe Açısından Ruhsallık Bilgileri (2006) kitaplarının editörlerindendir. Suret Psikokültürel Analiz dergisinin yayın kurulu üyesidir. Çeşitli dergilerde yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır. HAKAN KIZILTAN KİMDİR? İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı. Yüksek lisans tezinde narsisizm üzerine çalışmış, dinamik psikoterapi alanında klinik eğitim görmüştür. Doktora eğitimini İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nda tamamlamış, doktora tezinde Türkiye psikanaliz tarihi üzerine çalışmıştır. Kurucusu olduğu Wabi Psikoterapi Merkezi’nde klinik psikolog ve psikoterapist olarak çalışmaktadır. Acıbadem Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programında öğretim görevlisidir. Psikokültürel Analiz Dizisi SURET’in dil ve çeviri editörü, Hekimin Filozof Hali, Psikomitoloji: İnsanı Öykülerinde Aramak başlıklı kitapların eş editörüdür. Psikanaliz, dinamik psikoterapi, narsisizm ve psikontoloji; Türkiye psikanaliz ve psikoterapi tarihi üzerine çalışmakta, ilgili konularda yazmakta, bilimsel ve eğitsel çalışmalarda bulunmaktadır. hakankiziltan.com

DİNAMİK PSİKOTERAPİ ATÖLYELERİ

DİNAMİK PSİKOTERAPİ ATÖLYELERİ alanda aktif olarak çalışan dinamik psikoterapistlerin klinik ve teknik bilgi ve becerilerini geliştirmeye yönelik interaktif bir seminer dizisidir. EĞİTİM TARİHİ: 11 NİSAN SALI Saat : 20.00-22.00 KİMLER KATILABİLİR: Aktif olarak dinamik psikoterapi uygulayan ruh sağlığı uzmanları  EĞİTİM DÜZENİ: Online/çevrimiçi ZOOM platformu (Atölye semineri kayıt altına alınacak, 1 yıl boyunca katılımcıların erişimine açık olacaktır.) EĞİTİM ÜCRETİ: 500 TL  HAKAN KIZILTAN KİMDİR? İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı. Yüksek lisans tezinde narsisizm üzerine çalışmış, dinamik psikoterapi alanında klinik eğitim görmüştür. Doktora eğitimini İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nda tamamlamış, doktora tezinde Türkiye psikanaliz tarihi üzerine çalışmıştır. Kurucusu olduğu Wabi Psikoterapi Merkezi’nde klinik psikolog ve psikoterapist olarak çalışmaktadır. Acıbadem Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programında öğretim görevlisidir. Psikokültürel Analiz Dizisi SURET’in dil ve çeviri editörü, Hekimin Filozof Hali, Psikomitoloji: İnsanı Öykülerinde Aramak başlıklı kitapların eş editörüdür. Psikanaliz, dinamik psikoterapi, narsisizm ve psikontoloji; Türkiye psikanaliz ve psikoterapi tarihi üzerine çalışmakta, ilgili konularda yazmakta, bilimsel ve eğitsel çalışmalarda bulunmaktadır. hakankiziltan.com

NARSİSİZM SEMİNERLERİ

WABİ NARSİSİZM SEMİNERLERİ 2024-2025 DÖNEMİ -ONLINE/ÇEVRİMİÇİ- Eğitimci: Dr. Hakan Kızıltan, Klinik Psikolog-Psikoterapist NARSİSİZM HAKKINDA BİLGİLENMEK NEDEN ÖNEMLİ? Narsisizm, en yalın haliyle, insanın kendinden ve dolayısıyla hayatından memnun olup olmamasını tayin eden ruhsal bir bileşen olarak tanımlanabilir. Bu ruhsal güdülenmenin en belirgin özelliği, insan olmanın mayasında yer alan eksikliğe, yetersizliğe, sınırlılığa ve faniliğe duyulan tahammülsüzlüktür. Narsisizm, hayal kırıklıkları ve mutsuzluklarla dolu dünyevî-insanî mevcudiyetten kurtulup tümgüçlü bir varlığa dönüşme, cennetsi bir varoluşa ulaşma arzusuna işaret eder. Bu arzunun gerçekleşebileceği umuduyla, insan(lık) nicedir özlemini çektiği mutlak ve ebedi mutluluğa uzun bir hasret parantezini kapatıp nihayet erişeceğini sanrılar. Modern Zamanlar ve Narsisizm Pandemisi Modern zamanların bir tür narsisizm çağı olduğuna dair saptama uzun zamandır birçok ruhbilimci, toplumbilimci ve filozof tarafından dile getiriliyor. Dünyada nicedir bir narsisizm pandemisi kol geziyor. Narsisizmin patolojik görünümleri, ontolojik kökenin uyardığı olağan basıncın ötesinde, modern kültürün imkânları ve kışkırtmaları eşliğinde günümüzde adeta bir salgına dönüşmüş durumda. Nitekim patolojik narsisizme has kişilik özellikleri neredeyse tüm popülasyona yayılmış durumda. Patolojik narsisizme has kişilik özellikleri neredeyse tüm popülasyona yayılmış durumda. Öyle ki, ruhsal olarak “normal veya sağlıklı” addedilen insanlarda bile patolojik narsisizme özgü kişilik özellikleri çok daha az şiddetli hâlleriyle de olsa gözle görülür biçimde belirginleşmekte. İstatistikler günümüzde patolojik narsisizme sahip bireylerin klinik popülasyondaki oranını %1.3-%17, ayaktan takip edilen klinik popülasyondaki oranını %8.5-%20 arasında tespit ediyor. Patolojik narsisizm oranı özel terapötik ortamlarda (psikoterapi ofislerinde örneğin) takip edilen danışanlarda inanılmaz ölçülerde yüksek seyrediyor; bağımsız araştırmalara görüş bildiren klinisyenler takip ettikleri danışanlar içinde narsisistik danışanlarının oranını %30 ile %70 aralığında tahmin ediyorlar. Ruhsallıkta etkilediği alanı ve popülasyondaki yaygınlığını düşündüğümüzde günümüzde patolojik narsisizmin artık bir “halk sağlığı” sorunu haline geldiğini ileri sürmek mümkün. Bu nedenledir ki günümüzde ruh sağlığı alanında hizmet veren hemen her branştaki profesyonelin (psikiyatrist, psikolog, psikanalist, psikolojik danışman, sosyal çalışmacı, psikiyatri hemşiresi vd.) patolojik narsisizme dair temel düzeyde klinik ve terapötik bir yetkinliğe sahip olması adeta mesleki bir gereklilik. Salt psikanalistler veya psikanalitik psikoterapistlerin değil, farklı terapötik oryantasyonlara mensup tüm psikoterapistlerin narsisistik psikopatolojiyi tanılayabilecek, söz konusu psikopatolojiye sahip danışanlarla etkili bir biçimde çalışacak terapötik bilgi ve beceriyle donanmaları acil bir ihtiyaç olarak kendini dayatıyor. Narsisizm Psiko-Kültürel Bir Salgındır! Salt ebeveyn ihmali ve/veya ihlaliyle açıklanamayacak denli yaygın ve şiddetli bir narsisizm salgınıyla karşı karşıyayız. Aileden topluma yayılan bir salgın değil bu; kültürün beynine yerleşmiş bir virüs misali, yukarıdan aşağıya, merkezi ve sistemik bir işleyişin hemen herkesi, aile dâhil hemen her kurumu etkisi altına aldığı bir patojen sanki. Salgın ruhsal alanla da sınırlı değil üstelik; toplumsal bünyenin hemen her alanına sızmış, modern kültürün ekonomik, kültürel ve politik, ekolojik, pedogojik ve kamusal iletişim vb. alanlarda temel işleyişini belirleyen başat öznelliğe yükselmiş durumda. Instagram, Facebook, Twitter, Tinder vb sosyal medya mecralarını yönlendiren algoritmalar adeta narsisizmin kodlarıyla işliyor. Günümüzde yapay zekâyla birlikte had safhaya ulaşmış teknolojik gelişim bu habis dinamiğin etkisi altında bir tür Black Mirror1 distopyasına dönüşmenin eşiğinde. Kendisini gezegenin parçası değil de efendisi sanrılayan insan(lık) dağı, taşı, suyu, toprağı, kurdu, kuşu ve ağacıyla tüm doğaya düşmanca saldırıyor. Popülist-narsisistik liderlerin yükselişte olduğu günümüz siyaseti demokrasiyi ciddi biçimde tehdit ediyor; habis narsisistik kişilikleri, yıkıcı siyaset yapma tarzlarıyla bu sözde-liderler, ülkeleri ve dünyayı adeta patolojik narsisizmin klinik laboratuvarına çeviriyorlar. Sözün özü, eksikliği ve yetersizliği, zayıflığı ve acizliği, muhtaçlığı ve ilişkiselliği hatırlatan her şeye düşman bu habis dinamik, ötekinin “özne”liğini ve “öznel”liğini yok sayan, varoluşu kendinden menkul, ilişkiselliği kendinden ibaret sanrılayan sapkın büyüklenmeciliğiyle ruhsallıkta olduğu kadar, kültürel hayatın her alanında, gezegenin her coğrafyasında türlü kisvelerde cüretkârca boy gösteriyor. Peki Ne Yapmalı ve WABİ Narsisizm Seminerleri Hakkında Görüldüğü üzere günümüzde patolojik narsisizm artık salt bir ruh sağlığı sorunu değil; ruhsallığı olduğu kadar, topyekûn insanlığı ve hayatı, canlı ve cansız varlıklarıyla tüm gezegenin esenliğini tehdit eden psiko-kültürel bir saldırganlık. Tam da bu nedenle, narsisizme dair farkındalık ve bilinçlenme salt klinik bir ihtiyaç olmanın ötesinde, klinisyenlerin ve psikoterapistlerin olduğu kadar toplumbilimcilerin, filozofların, kültür eleştirmenlerinin, sanatçıların ve edebiyatçıların, iletişimcilerin, eğitimcilerin ve nihayet demokratik siyasetin ve hepimizin acil ihtiyacı. Tüm varoluşsal arkaplanı ve neden olduğu yaygın psiko-kültürel sonuçları dolayısıyla narsisizm günümüzde ruh sağlığını ve tüm psikopatoloji yelpazesini, insan doğasını ve davranışlarını, kültürel hayatı ve toplumsal hareketleri anlamada sıkça başvurulan popüler bir kavram haline gelmiş, entelektüel ve pratik ölçekte, farklı alanlara mensup birçok profesyonel tarafından felsefî açılımlara, sanatsal yaratıcılıklara ve disiplinler arası geçişlere imkân tanıyan kilit önemde bir kavram olarak ele alınmaya başlamıştır. WABİ NARSİSİZM SEMİNERLERİ dizisinde narsisizm, güncel perspektife uygun olarak dar klinik anlamının ötesinde insanın ruhsal, kültürel ve tarihsel gelişim sürecinde belirleyici bir psikodinamik ve öznellik kategorisi olarak ele alınacak; mitolojik ve tarihsel arkaplanı ve kuramsal altyapısı, ruhsal sağlık ve psikopatoloji yelpazesi içindeki dinamik konumu, içerdiği özgül psikopatolojiler, tipik psikopatolojisi “Narsisistik Kişilik Bozukluğu”nun (NKB) kliniği ve dinamik psikoterapisi açıklayıcı olgu örnekleri üzerinden ayrıntılı olarak işlenecektir. WABİ NARSİSİZM SEMİNERLERİ 2024-2025 PROGRAMI 5 ARALIK NARSİSİZM PANDEMİSİ: NARSİSİZM HAKKINDA BİLGİLENMEK NEDEN ÖNEMLİ? 19 ARALIK NARSİSİZM KURAMINA GİRİŞ 2 OCAK PSİKANALİTİK LİTERATÜRDE NARSİSİZM 16 OCAK SAĞLIKLI NARSİSİZM VE PATOLOJİK NARSİSİZM NEDİR? 30 OCAK PATOLOJİK NARSİSİZM SPEKTRUMU 13 ŞUBAT NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU (NKB): DİNAMİK, KLİNİK VE ETİYOLOJİ-1: BETİMLEYİCİ DİNAMİKLER 27 ŞUBAT NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU (NKB): DİNAMİK, KLİNİK VE ETİYOLOJİ-2: GELİŞİMSEL VE YAPISAL DİNAMİKLER 13 MART NARSİSİZM VE AŞK İLİŞKİLERİ 27 MART PATOLOJİK NARSİSİZMİN TEDAVİSİNDE YENİ NESİL DİNAMİK PSİKOTERAPİ YAKLAŞIMLARI 10 NİSAN NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN DİNAMİK PSİKOTERAPİSİNDE ÇERÇEVE, TEKNİK VE STRATEJİ 24 NİSAN NARSİSİSTİK OLGU ÇALIŞMASI 8 MAYIS İLK NARSİSİSTİK OLGU ÖYKÜSÜ OLARAK NARKİSOS MİTOLOJİSİNİN ANALİZİ 22 MAYIS NARSİSİZM, OİDİPUS VE ÖTESİ 29 MAYIS NARSİSİZM ÇAĞINDA DÜNYA HALİ VE İNSAN MANZARALARI ÖNEMLİ NOT: Seminerlerin tümüne veya herhangi birine katılabilirsiniz! EĞİTİM TARİHLERİ: 5 ARALIK- 29 MAYIS 2024 arası iki haftada bir PERŞEMBE günleri saat 20.00-22.00 arası. EĞİTİM DÜZENİ: Online/çevrimiçi ZOOM platformu (Seminerler kayıt altına alınacak, 1 yıl boyunca katılımcıların erişimine açık olacaktır.) EĞİTİM ÜCRETİ: 1500 TL (Bir seminer için) Seminerlerin tümüne veya herhangi birine katılabilirsiniz! Eğitimin toplam ücreti 21.000 TL’dir (KDV dâhil). Peşin ödeme durumunda ücret 17.000 TL’dir (KDV dahil). BELGE: Seminer dizisini tamamlayanlara WABİ PSİKO-DİNAMİK AKADEMİ imzalı katılım belgesi verilecektir. 1 4 Aralık 2011 tarihinde yayınlanmaya başlayan İngiliz televizyon dizisi Black Mirror ileri teknolojinin insan ruhsallığının karanlığına teslim edildiğinde neler yaşanabileceğini distopik tarzda aktarır.

DESTEKLİYİCİ DİNAMİK PSİKOTERAP KISA SÜRELİ DİNAMİK PSİKOTERAPİ  -KURAM, KLİNİK, TEKNİK-

Eğitmenler F. Senem Şahlar Hakan Kızıltan Tanıtım: Destekleyici dinamik psikoterapi ve kısa süreli dinamik psikoterapi, dinamik psikoterapi gibi kuramsal ve teknik kökenlerini psikanalizden alır. Bahsedilen tüm dinamik psikoterapi yöntemlerinin mevcut semptomlara, psikopatolojiye ve uygulanan klinik ortama göre farklılıklar gösteren hedefleri ve teknikleri vardır. Bu eğitim ana ekseninde destekleyici dinamik psikoterapi ve kısa süreli dinamik psikoterapinin uygulama alanlarından, ikisi arasındaki yöntemsel ayrımlardan, uygulanabilecek danışan profilindeki farklılıklardan bahsetmeyi hedeflemektedir. Buna zemin oluşturacak psikanalizin temel kuramları da eş zamanlı ele alınacaktır. Eğitimin Amaçları: Üniversitelerde, okullarda, sivil toplumda ya da SHM, belediye, hastane gibi herhangi bir kamu kurul ve kuruluşunda, online psikoterapi platformlarında ruh sağlığı destekleri verirken destekleyici ve kısa süreli dinamik psikoterapinin kuramsal çerçevesi ve tekniklerini kullanabilmek Dinamik psikoterapinin bilinçdışı çatışmalara yönelik farkındalık sağlamayı amaçlayan ve ucu açık zaman çerçevesini uygulamanın mümkün olmadığı bağlamlarda destekleyici dinamik psikoterapinin nasıl yürütülebileceğinden bahsetmek Özellikle mesleğe yeni başlayan ruh sağlığı çalışanlarının dinamik psikoterapi pratiğini 12 ile 20 seans gibi kısa seans süreleri içerisinde nasıl yürütülebileceği vaka örnekleri ve farklı klinik uygulama alanları üzerinden ele almak Bahsedilecek tüm kuramsal çerçevenin, klinik uygulamaların ve tekniklerin sadece danışanlarla yüz yüze görüşülen seans odalarında değil, çevrimiçi uygulamalarda da nasıl ilerletilebileceğinden bahsetmek Kuram: Bu seminer dizisinde insan ruhsallığının doğasını anlamaya yönelik tüm Psikanalitik kuramlar ele alınmayacaktır. Zaman sınırı olan çalışmalar ya da danışanın kişilik örgütlenmesinin, yaşadığı travmatik deneyimlerin ancak destekleyici bir çerçeve ile çalışmaya uygun olduğu durumlarda kullanılabilecek kuramlardan bahsedilecektir. Klinik: Dinamik psikoterapi kuramsal çerçevesinde kişilik organizasyonları ve kişilik bozuklukları, psikopatolojiler ve klinik görünümleri destekleyici ya da kısa süreli dinamik psikoterapinin uygulama alanı dikkate alınarak ele alınacaktır. 12 ile 20 arasında değişen kısa süreli çalışmalarda ya da borderline örüntüleri olan danışanlarla yürütülen destekleyici çalışmalarda seansların nasıl başlatılacağı, psikoterapi çerçeve konuşmasının nasıl yapılacağı, terapiden beklenen hedeflerin belirlenmesi, terapinin nasıl bu hedefler doğrultusunda ilerletilip sonlandırılacağından bahsedilecektir. Teknik: Üniversitelerde, okullarda, STK’lar ya da SHM, belediye gibi kamu kurum ve kuruluşlarında kısa süreli ya da destekleyici dinamik terapi ile nasıl çalışılacağı ve hangisinin uygun olduğuna nasıl karar verileceğine dair teknikler ele alınacaktır. İlk seanstan, sürecin termine edildiği son seansa kadar destekleyici dinamik psikoterapinin aşamalı olarak tüm teknikleri detaylı olarak tartışılacaktır. Kimler Katılabilir: Psikolog, psikiyatrist, psikolojik danışman, sosyal çalışmacı, psikiyatri hemşiresi vb. ruhsal sağlık mesleklerine mensup kişiler veya ilgili alanlarda yüksek lisans/doktora düzeyinde eğitim görmekte olan öğrenciler Eğitim Düzeni: Online ZOOM platformu üzerinden gerçekleştirilecektir. Eğitmenlere belirtilmediği sürece katılımcıların kameralarının açık olması ve aktif katılımları beklenmektedir. Seminerler kaydedilecek ve eğitim süresi boyunca Drive üzerinden katılımcıların erişimine açık olacaktır. Eğitim Süresi ve takvimi: Eğitim EKİM ayının ilk haftası itibariyle her PAZARTESİ 20.00-22.00 aralığında olacaktır. Toplam 25 seminer dizisinden oluşmaktadır. (Eğitim takvimi aşağıda belirtilmiştir.) Katılım ücreti ve önemli bilgiler 1) Daha önce “Dinamik Psikoterapi ’de kuram klinik teknik” eğitimine katılan katılımcılar için eğitimin toplam ücreti 28.000Tl + KDV’dir. (Toplam 15 seminer) Katılımcı tüm yıl için kaydolmaktadır; haftalık katılım geçerli değildir. Ödemeler peşin veya aylık taksit halinde havale yoluyla alınacaktır. Taksitli ödeme durumunda 4.000TL ön ödeme alınacak kalan miktar taksitler halinde (6 ay X 4.000) tahsil edilecektir. Peşin ödeme durumunda ücret 25.000 TL + KDV’dir.  2) Eğitimin 25 haftadan oluşan tamamına katılım ücreti (25 seminer) 46.000 TL + KDV’dir. Katılımcı tüm yıl için kaydolmaktadır; haftalık katılım geçerli değildir. Ödemeler peşin veya aylık taksit halinde havale yoluyla alınacaktır. Taksitli ödeme durumunda 6.000TL ön ödeme alınacak kalan miktar taksitler halinde (8ay X 5000) tahsil edilecektir. Peşin ödeme durumunda ücret 40.000 TL + KDV’dir.  *** Daha önce “Dinamik Psikoterapide Kuram Klinik Teknik” eğitimini tamamlamış olan katılımcılar programın sadece “Kısa süreli destekleyici dinamik psikoterapi” bölümlerine katılabilirler. Her iki eğitime eş zamanlı katılmak da mümkündür. Bu durumu başvuru formunda belirtmeleri gerekmektedir. Kayıt: Kesin kayıt için başvuru formunu doldurup sizinle yapılacak online ön görüşme sonrasında ön ödemenin yapılması gerekmektedir. Katılımcı Belgesi: Eğitim sonunda WABİ PSİKO-DİNAMİK AKADEMİ imzalı katılım belgesi verilecektir. E-Kütüphane: Katılımcılar Psikanalitik kaynakların yer aldığı e-kütüphaneye ücretsiz erişim hakkına sahiptirler. İndirimli Etkinlikler: Katılımcılar WABİ PSİKO-DİNAMİK AKADEMİ bünyesinde düzenlenen DİNAMİK PSİKOTERAPİ ATÖLYELERİ, NARSİSİZM SEMİNERLERİ ile NİDUS PSİKOTERAPİ MERKEZİ’NDE verilen eğitim ve süpervizyon çalışmalarına indirimli ücretten katılabileceklerdir. Destekleyici Dinamik Psikoterapi& Kısa Süreli Dinamik Psikoterapi Kuram, Klinik, Teknik 2024-2025 PROGRAMI 7 EKİM Dinamik psikoterapi, destekleyici dinamik psikoterapi, kısa süreli dinamik terapi: Benzerlikler & Farklılıklar 14 EKİM Dinamik psikoterapide temel kuramlar ve kavramlar 21 EKİM Destekleyici dinamik psikoterapi uygulama alanları: Borderline örgütlenmeler 28 EKİM Ruhsallığın ontolojisine giriş: İnsan ruhsallığının evrimsel ve nöro-psikolojik temelleri 4 KASIM Destekleyici dinamik psikoterapi uygulama alanları: Travmatik deneyimler 11 KASIM Nesne İlişkileri Kuramı -1 18 KASIM Kısa süreli dinamik psikoterapi uygulama alanları: nevrotik örgütlenmeler, seans sınırlaması olan çalışma düzenleri 25 KASIM Nesne ilişkileri kuramı -2 2 ARALIK Zeitgeist ve çevrimiçi (online) dinamik psikoterapi destekleri 9 ARALIK Narsisizm kuramı -1 16 ARALIK Mesleğe başlarken: Dinamik psikoterapist olmak 23 ARALIK Narsisizm kuramı-2 30 ARALIK Psikopatolojiye destekleyici dinamik psikoterapi çerçevesiyle bakmak 6 OCAK Narsisizmden oidipusa: Ruhsallığın paradigmatik dönüşümü 13 OCAK Destekleyici dinamik psikoterapi teknikleri 1 20 OCAK Haset kuramı 27 OCAK Destekleyici dinamik psikoterapi teknikleri 2 3 ŞUBAT TATİL 10 ŞUBAT Ruhsallığın işleyişi Mekanizması: Sapkın, nevrotik ve süblim işleyişler 17 ŞUBAT Vaka paylaşımı-1 24 ŞUBAT Psikanalitik ekoller ve kuramcılara toplu bir bakış 3 MART Psikopatolojiye kısa süreli dinamik psikoterapi çerçevesiyle bakmak 10 MART Kısa süreli dinamik psikoterapi teknikleri-1 17 MART Kısa süreli dinamik psikoterapi teknikleri-2 24 MART Afet ve acil durumlarda Destekleyici ve Kısa süreli dinamik psiko-sosyal destek uygulamaları 30 MART Vaka paylaşımı-2 ve kapanış HAKAN KIZILTAN kimdir? İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı. Yüksek lisans tezinde narsisizm üzerine çalışmış, dinamik psikoterapi alanında klinik eğitim görmüştür. Doktora eğitimini İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nda tamamlamış, doktora tezinde Türkiye psikanaliz tarihi üzerine çalışmıştır.Kurucusu olduğu Wabi Psikoterapi Merkezi’nde klinik psikolog ve psikoterapist olarak çalışmaktadır. Acıbadem Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisans programında öğretim görevlisidir.Psikokültürel Analiz Dizisi SURET’in Yayın Kurulu Üyesi, Hekimin Filozof Hali, Psikomitoloji: İnsanı Öykülerinde Aramak 1-2 başlıklı kitapların eş editörüdür.Psikanaliz, dinamik psikoterapi, narsisizm ve psikontoloji; Türkiye psikanaliz ve psikoterapi tarihi üzerine çalışmakta, ilgili konularda yazmakta, bilimsel ve eğitsel çalışmalarda bulunmaktadır. F. SENEM ŞAHLAR kimdir? F. Senem Şahlar Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünde lisans eğitimini tamamlamıştır. Bahçeşehir Üniversitesi Klinik Psikoloji Yetişkin Ruh Sağlığı bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamlayıp klinik psikolog olmaya hak kazanmıştır. Yetişkin psikoterapisi alanında, ileri düzey dinamik psikoterapi ve

Sol Memenin Altındaki

Karanlık Zamanlar1930 Eylül’ünde Almanya’da Nazi partisi Reichstag seçimlerinden ezici bir zaferle çıktı. Adolf Hitler’e ve partisine iktidar yolunu açan bu zafer, çıplak kötülüğün yıllarca sürecek kanlı saltanatının belki de ilk habercisiydi. 7 Aralık 1930 tarihinde Arnold Zweig’e yazdığı mektupta Sigmund Freud geleceğe dair karamsarlığını gizleme gereği duymayacaktı: “Karanlık zamanlara yaklaşıyoruz. Geç yaşımın kayıtsızlığı sayesinde belki bunun için endişe duymam gereksiz ancak yedi torunuma acımaktan kendimi alıkoyamıyorum.” (Quinodoz, 2006). Yaklaşık bir yıl önce yayınlandığında büyük bir ilgiyle karşılanan ve kısa bir süre içinde birçok dile çevrilen Uygarlığın Huzursuzluğu kitabı tüm karamsar tonuna rağmen umut dolu bir sonla bitiyordu oysa. İnsanlığın kaderini belirleyecek olan asıl soru, uygarlığın, birlikte yaşamayı tehdit eden yıkıcı dürtülerden kaynaklanan saldırılarla baş edip edemeyeceğidir, diyordu. İçinde bulunulan tarihsel döneme dikkat çekiyor, doğal güçler karşısında elde edilen hâkimiyetin marifetiyle, insanların birbirini tümden ortadan kaldırmalarının işten bile olmadığını vurguluyordu. Ancak Eros ve Ölüm (ya da yaşam içgüdüleri ile ölüm içgüdüleri) arasındaki ezeli ve ebedi savaşta, Eros’un rakibi karşısında kendi üstünlüğünü gösterebileceğini umut edebileceğimizi söylüyordu her şeye rağmen (Freud, 1999 [1930]). Hitler’in iktidarı ele geçirmesinden sonra, Freud, kitabın 1931 baskısında bitişe şu final cümlesini ekleme ihtiyacı hissetti: “Ama zaferi ve sonucu kim önceden kestirebilir ki?”.1938 Mart’ında Hitler Almanyası Avusturya’yı ilhak etti. Birkaç hafta sonra paha biçilmez değere sahip psikanalitik yayınevi Verlag saldırıya uğrayıp tahrip edildi. Giderek artan Nazi tehlikesi karşısında Ernest Jones ve Prenses Marie Bonaparte başta olmak üzere tüm kaygılı dostları Freud’a ülkeyi terk etmesi yönünde ısrarlı çağrılarda bulunmaya başladılar. İngiliz ve Amerikan diplomatların başını çektiği uluslararası kampanya Freud’un ülkeden ayrılmasına izin vermeleri için Alman ve Avusturyalı otoriteler üzerinde oldukça etkili bir baskı oluşturdu ve nihayet 3 Haziran 1938’de Freud, karısı Martha ve kızı Anna Londra’ya gitmek üzere Viyana’yı terk ettiler; ancak Freud’un çıkış izini alamayan dört kız kardeşi geride kaldı, birkaç yıl sonra bir Nazi kampında öleceklerdi (Quinodoz, 2006). Eros ve Tanatos’un Ezeli ve Ebedi SavaşıFreud (1999, [1930]) uygarlık ile dürtüler arasındaki bağdaşmaz karşıtlığın içyüzünü ve akıbetini araştırdığı Uygarlığın Huzursuzluğu kitabında, uygarlığın toplumsal bütünlüğü ve esenliği korumak adına libidinal ve agresif dürtüleri ketlediğini ileri sürer. İnsan cinselliğinin uygarlık tarafından kötü muamele gördüğünü ve nihayetinde önemli birer mutluluk kaynağı olan aşkın ve cinselliğin değerini azalttığını öne süren Freud’a göre uygarlık, cinsel nesne seçimini karşıt cinsle sınırlamakla kalmaz, genital cinselliğin dışında kalan tüm tatmin biçimlerini, cinsel sapkınlıklar olarak yaftalamak suretiyle yasaklamaya çalışır. Geriye kala kala üremenin hizmetinde heteroseksüel, genital ve tek eşli aşk kalır.Cinsel dürtülerin doğrudan tatminini ketlemekle yetinmeyen uygarlık, agresif dürtüleri de dizginlemeye çalışır. İnsanda güçlü bir agresif eğilimin varlığına işaret eden Freud, insanın, sevgi peşinde koşan, yalnızca saldırıya uğradığında kendini savunan nazik bir yaratık değil, bilakis, saldırganlığa, yıkıcılığa ve vahşete eğilimli son derece yırtıcı bir tür olduğunu belirtir. Örneğin, onun için yanı başındaki komşusu, başı sıkıştığında yardımına koşacak biri ve/veya muhtemel bir cinsel nesne olmanın ötesinde, yeri geldiğinde saldırganlığını üzerinde tatmin edeceği, rızası olmaksızın cinsel açıdan kötüye kullanabileceği, malını mülkünü gasp edeceği, işgücünü karşılığını sunmadan sömürebileceği, aşağılayıp işkence edebileceği ve nihayet öldürebileceği birisidir aynı zamanda: Evet, insan insanın kurdudur! Koşullar elverişli hale gelip de agresyonu denetim altında tutan erotik kökenli ruhsal güçler devreden çıktığında saldırganlık zincirlerinden tüm azgınlığıyla boşanır ve insan denen varlık, merhamet nedir bilmez vahşi bir canavara dönüşür (Freud, 1999 [1930]). Yaşamın ve tarihin tüm acı ve kanlı deneyimlerinden sonra, diye meydan okur Freud, kim bu söze karşı çıkacak cesareti gösterebilir ki? Evet, gerçekten kim?Uygarlık insanlar arası ilişkileri tahrip etmesi kuvvetle muhtemel bu zorba eğilimi denetlemek için oldukça yüklü karşıt enerjiye gereksinim duyar; ahlaki, dini, etik, yasal vb. standartlar geliştirmek yoluyla agresif itkilere sınırlar koymaya çalışır. Gerçi, dünyanın ve memleketin şu an içinde bulunduğu hazin duruma bakarsak bu uğurdaki çabaların yeterince başarılı olduğunu söylemek güç. Üstelik hâkim politik-toplumsal iklim agresif dürtüleri baskılamaktan ve insancıl biçimlere yüceltmekten ziyade en yıkıcı ve en ham haliyle kışkırtmaktan ve azdırmaktan yana ne yazık ki. Freud’un iyimserliğini paylaşıp uygarlığın zamanla gereksinimlerimizi daha çok tatmin edecek biçimlere evrileceğini ümit etsek bile, bu beklentimizin temenniden öteye geçmeyebileceğini hatırda tutmakta yarar var. Bu gerçekçi ihtiyat boşa değil; zira insan ruhsallığının nasıl işlediğine dair farkındalığımız bizi boş bir umuttan alıkoyuyor. Ruhsal coğrafyada, insanları libido/sevgi temelinde bir araya getiren ve uygarlığın hizmetinde iş gören Eros ile ölüm dürtüsünün türevi olan agresif ve yıkıcı eğilimler arasında bazen birinin alta düşüp diğerinin üste çıktığı, seyri ve akıbeti belirsiz, mutlak bir zaferden uzak -ama madem hayat devam ediyor, demek ki Eros’un burun farkıyla önde götürdüğü- ezeli ve ebedi bir savaş ara vermeksizin sürüp gitmekte çünkü.Peki, Freud’un ölüm dürtüsünün temsilcisi olarak addettiği saldırganlık ve nefret nereden türer? İnsan ruhsallığındaki yıkıcılık ve vahşetin, hasedin ve hırsın, doymak bilmez açgözlülüğün, şehvetin ve şiddetin, velhasıl bilcümle kötülüğün o pek “verimli ve uğursuz” kaynağı nerede yuvalanmıştır? Bu “kötücül” ve tahripkâr dürtü neden bu derece güçlü ve enerjik, neden bu denli ısrarcı ve ihtiraslı ve dahası nasıl oluyor da bir türlü alt edilemiyor? Bireysel ve toplumsal açıdan optimal koşullar sağlandığında agresif dürtünün insan ruhundan silinmesi, yarattığı yıkımların acı hatıralarıyla beraber günü geldiğinde tarih sahnesinden çekilmesi mümkün olabilecek mi acaba?İnsan ruhunun derinliklerine nüfuz edebilmemizi sağlayan psikanalitik incelemeler yukarıdaki sorulara ilginç bazı yanıtlar sunar. Mesela agresyonun ölüm dürtüsünden kaynaklandığını savlar; iyilik ve kötülüğün ortak bir kökensel nesneye sahip olduğunu, vicdan ile meme arasında bir tür ilişkinin var olabileceğini öne sürer. İnsandaki kötücüllüğün kaynağının en empatik annenin, en insancıl kültürün düzeltici etkilerinin erişim alanı dışında bir yerlerde konuşlanmış olduğunu ima eder dahası. Bu nedenden ötürü, insan ruhunun karanlık ve kötücül doğası, iyi bir ebeveynlikle, etkili bir psikoterapiyle veya umutlu bir devrimle giderilemeyecek cinsten bir tür kader gibi görünür. Eğer bu tespit doğruysa, insan için süreklilik arz eden iyicil, mutlu ve huzurlu bir hayat kelimenin gerçek anlamıyla hayaldir maalesef. Dolayısıyla, iyiliğin kötülüğe mutlak galip geleceği bir Armaggedon asla olmayacak, ruhsal ve dünyevî ütopya hep bir rüya ülkesi olarak kalacaktır. Ancak yine de bir başka teselli edici seçeneğin varlığı mevcut görünmekte: Libidonun agresyona, sevginin nefrete, iyiliğin kötülüğe ve nihayet vicdanın zulme baskın geldiği, madem kötücüllüğü tümden ortadan kaldırmak mümkün değil o halde denetim altında tutulduğu ruhsal bir iktidar ilişkisinin iç dünyada –ve elbet toplumsal bir muadilinin dış dünyada – kökleşmesi. İmkânsız olandan feragat edip mümkün olanla yetinmek durumundayız demek ki.

Homo Unplugged

Milyonlarca yıl önce dünyamız tropikal bir cenneti andırıyordu. Ağırlıklı olarak yağmur ormanlarından oluşan florası, mevsimsel olmaktan uzak sayılacak denli sabit bir seyir izleyen iklimiyle yerküre hiçbir yerde buz barındırmayacak ölçüde sıcak olma eğilimindeydi. O dönem örneğin Britanya adasının koşulları Malezya ormanlarından pek de farklı değildi. Primatlar, filler, domuzlar, kemirgenler, denizatları ve denizayıları, yunuslar ve balinalar, yarasalar ve modern kuşların en büyük türleri ve birçok bitki familyası bu dönemde ortaya çıktı (Gribbin & Gribbin, 2005). Saadet ebedi sürmedi; 40 ile 30 milyon yıl öncesinden itibaren giderek soğuma eğilimine giren gezegenimizin jeolojik ve iklimsel koşullarında yaklaşık 10 milyon yıl kadar önce önemli değişiklikler meydana geldi: Sıcak suların kutup bölgelerine akışını engelleyen ve dolayısıyla kutupların donmasına yol açan coğrafi değişiklikler sonucunda (buzularası dönem adı verilen) kısa süreli ılık zaman dilimleriyle kesintiye uğrayan uzun bir buzul çağına girildi. Belki pek farkında değiliz ama aslında bizler bir hayli zamandır dondurucu soğuklara ılık bir mola vermiş buzul çağını yaşıyoruz. Tarımın gelişmesi, kentlerin kurulması, yazının ve matematiğin bulunması, kısacası insanlık tarihinin neredeyse tamamı havaların gayet iyi seyrettiği bir zaman diliminde gerçekleşti, ancak bu vicdanlı dönem sürgit devam etmeyecek gibi, zira daha evvelki buzularası dönemler 8 bin yıl sürmüşken içinde bulunduğumuz dönem 11 bininci yıldönümünü çoktan geride bıraktı bile! (Bryson, 2003) * İçinde bulunduğumuz buzul çağının nedenleri arasında sıklıkla Himalayaların yükselişi ve Panama kıstağının oluşumu gösterilir; Himalayaların hava akımlarının, Panama kıstağının ise okyanus akıntılarının seyrini bozduğu ileri sürülür. Bir zamanlar ada olan Hindistan son 45 milyon yıldır Asya kara kütlesinin içine doğru 2 bin km sokularak yalnızca Himalayaları değil arkasındaki Tibet platosunu da yükseltti. Varsayıma göre yükselen coğrafya havayı serinletmekle kalmadı, rüzgârları olağan istikametinden saptırıp Kuzey Amerika’ya doğru esmelerine yol açarak bu bölgenin uzun süreli soğuklara maruz kalmasına neden oldu. Sonrasında yaklaşık 10 milyon yıl önce denizden yükselerek Kuzey ve Güney Amerika arasındaki boşluğu kapatan Panama kıstağı,  Pasifikle Atlantik Okyanusu arasındaki ılıklaştırıcı su akıntılarının dolaşımını bozmak suretiyle dünyanın en az yarısının yağış kalıplarını değiştirdi (Bryson, 2003). Sıcak suların kutup bölgelerine akışının kesilmesi ve iklimin soğumasıyla beraber okyanus suları buzullaşarak Güney Kutbu’na birikti; Antarktika tümüyle buzullarla kaplandı.  Zamanla güneydeki buzullar kuzeye de yayılmaya başladı ve giderek Alaska’yı, Kuzey Amerika’yı ve Kuzey Avrupa’yı kapladı. Tüm bu gelişmeler su kütlelerinin donmasına ve deniz seviyelerinin alçalmasına neden oldu. Öyle ki, deniz seviyelerindeki alçalmanın o sıralar 150 metreden daha fazla olduğu hesaplanmıştır. Akdeniz’in suyu neredeyse tamamıyla çekildi, kıtaları birbirine bağlayan yeni kara parçaları ortaya çıktı; Avrupa’yı Afrika’ya, Asya’yı Amerika’ya ve Britanya adasını Avrupa’ya bağlayan kara köprüleri oluştu (Woods & Grant, 2004). * Şimdi, dikkatimizi Afrika kıtasına çevirelim; zira tam bu sıralarda Afrika’da insanın evrimleşmesine imkân tanıyacak koşullar oluşmaktadır. Kıtanın doğu kısmında iki büyük tektonik levhanın giderek birbirinden uzaklaşması sonucu yerkabuğu Kızıldeniz’den günümüzün Etiyopya, Kenya ve Tanzanya’sından geçip Mozambik’e doğru bir hat halinde yarıldı. Etiyopya ve Kenya’da toprakların kabarmasıyla oluşan 3000 metreyi aşkın yükseklikteki geniş dağlık alanların yanı sıra alttaki levhaların çökmesiyle kuzeyden güneye doğru 6 bin km boyunca uzanan, Tanganika gölünde 4 bin metrelik derinliğe ulaşan, bazı kenarları yükselip dik bir duvar (Ruwenzori) oluşturan Büyük Rift Vadisi (The Great Rift Valley) oluştu. Söz konusu tektonik gelişmeler bölgenin topografyasını değiştirmekle kalmadı, iklimini de altüst etti. Batıdan doğuya doğru seyreden hava akışını bozan büyük yükseltiler doğuda kalan toprakları yağış alanının dışında bırakarak ormanları beslenme kaynaklarından yoksun bıraktı. Yağmurlar duvarın batı yakasını ıslatmaya devam etti ancak doğu kesiminde yağış miktarı gün geçtikçe azaldı. Bu yakada paleobotanikçilerin doğruladığı gibi yağmur ormanlarının kapladığı alan azaldı, bitki örtüsü değişime uğradı. Sıcaklığın tüm yıl aynı derecelerde seyrettiği tropik cangıl, iklimin zaman içinde mevsimsel hale gelmesi ve nispeten kuraklaşmasıyla beraber gerilemeye başladı; tropik cangıl “adaları” artık otlaklarla ve daha açık ağaçlık alanlarla çevriliydi. Önceleri yoğun tropik ormanlardan oluşan tekdüze bir yaşam alanı giderek çeşitlendi ve birbirinden çok farklı yeni yaşam alanları ortaya çıktı (Lewin, 1993). Doğu Yakasının Hikâyesi Fransız antropolog Yves Coppens (1994) Doğu-Batı duvarının insanlarla insansı maymunların birbirlerinden ayrı olarak evrilmesinde büyük önem taşıdığına inanmaktadır: ”Aynı atadan gelen insan ve insansı maymun toplulukları koşulların etkisiyle ayrıldılar. Bu ortak ataların batıdaki torunları yaşama uyarlanmalarını nemli, ağaçlık ortamlarda sürdürdüler; bunlar insansı maymunlardır. Aynı ortak ataların doğudaki torunlarıysa açık bir çevredeki yeni yaşamlarına uyarlanmak için yepyeni bir repertuar yarattılar: bunlar insanlardır.” Coppens bu senaryoya Doğu Yakasının Hikâyesi adını veriyor. Kırılma hattının batısında kalanlar ağaçlardaki yaşamlarını sürdürür ancak doğusunda “mahsur” kalanlar önce savan sonra step ortamıyla karşılaşırlar. Hemen hemen tümüyle yeni ve daha açık alanlardan oluşan bu yeni yaşam alanları evrimleşme açısından son derece elverişli bir ortam oluşturmuş, ilk insansıların ormanda yaşayan, iki ayakla yürüyebilen bir tür insansı maymunsu atadan evrimleşmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. İnsanın evrim çizgisi 7 milyon yıl içinde, dik yürüyen ancak beyin hacimleri günümüz modern iri kuyruksuz maymunlarından pek de büyük olmayan çeşitli “Australopithecus” türlerinden zamanla iri beyinli homo cinsine doğru yol almış, yaklaşık 50 bin yıl öncesine gelindiğinde bedensel, zihinsel ve ruhsal anlamda günümüz insanına, yani “Homo sapiens”e, ulaşmıştır (Reeves, de Rosnay, Coppens, Simonnet, 2003). Aslına bakılırsa insanın nasıl insanlaştığı halen hararetle tartışılan bir konu, ancak şurası kesin ki, insanlaşma süreci evrimin ezberini bozan istisnai bir yol izlemiştir. Doğa tarihinde belki de ilk kez evrim, insanı biçimlendirirken, o güne dek uygulayageldiği stratejiden çok farklı bir yöntem izlemiştir. Evrim İnsanda Yeni Bir Strateji Deniyor! Evrim en temelde canlılığın sürdürülmesi lehinde çalışan doğal bir mekanizmadır; bu haliyle  -deyim yerindeyse- “yaşamsever” bir güdülenmeye sahiptir. Değişen çevresel koşullar sonucunda doğayla arasındaki yaşamsal ahengi yitirmiş, içinde yaşadığı çevreye biyolojik olarak yabancılaşmış, dolayısıyla canlılığı tehlikeye düşmüş varlığın tekrar söz konusu ahengi yakalaması için imdada koşar. Sonuç elbette her zaman başarılı olmaz, bilakis canlılık tarihinde soyu tükenen türlere bakarsak sonucu tam bir hezimet bile saymak mümkün. Ancak öte yandan gezegenimiz üzerindeki muazzam yaşam çeşitliğini ve evrende, belki de, biricik olan yaşam olgusunun hala devam ediyor olmasını dikkate alırsak, evet mutlak bir galibiyet olmasa da, en azından “şerefli bir mağlubiyet”ten söz etmek gerek. Alışıldık evrim sürecinde verili habitat (yaşam alanı) dâhilinde içgüdüleri tatmine taşıyacak biyolojik özellikler “doğal seleksiyon” mekanizması aracılığıyla gelişir. Hayvan, bu sayede, içinde bulunduğu habitatta yaşamda kalmasını temin edecek donanım ve becerileri kazanırken içgüdüleri tatmine taşıyacak organik donanımla içinde yaşadığı habitat arasında içkin bir bağ da meydana gelmiş olur. Başarılı bir evrim süreci sonunda organizma yeni oluşan

Ruhsallığın Evrimsel Kökeni

Mensubu olduğumuz insan türüne bir an için yabancılaşıp uzaktan baktığımızda çok ama çok ilginç bir varlıkla karşı karşıya olduğumuzu hemen fark ederiz. Evet, o da varlıklar içinde bir varlık, canlılar içinde bir canlıdır. Aynen bir toz zerresi, bir kaya parçası, dalgalanan bir yosun, bir amip, mavi bir balina yahut bir sincap gibi. Yaşamaktan cayıp ölmek istediği zamanları saymazsak şayet, o da nihayetinde tüm diğer canlılar gibi yaşamayı sever; canlılığını sürdürebilmek için çabalar durur kendi meşrebince. Ama tuhaf bir meşreptir onunkisi. Diğer canlılara pek benzemez. Oysa insan dediğimiz aslında basitçe hayvanlar âlemi içinde yer alan primat takımına ait bir türdür. Ancak diğer primat kuzenlerinden ilgi çekici bazı farklılıklar gösterir. Örneğin beyni en yakın kuzeni şempanzenin beyninden üç kat daha büyüktür; iki ayak üzerinde hareket eder ve yürürken ellerini kullanmaya ihtiyaç duymaz. Diğer tüm hayvanlar sınırlı yaşam alanlarına bedensel donanımları ve işlevleriyle uyum sağlarken insan, bedeniyle örtüşen böylesi bir dünyadan yoksundur. Neyse ki kültür denen maddi ve simgesel aletler aracılığıyla çölden kutba dek birçok çevreye uyum sağlayabilir; daha da ilginci, içinde bulunduğu hemen her çevreyi bir biçimde yaşanabilir hale dönüştürebilir. Hayra da yorulabilir bu, şerre de; dünyanın her köşesi onun için bir yuvadır ya da sılasız bir gurbette gibidir her neredeyse. Dilsellik ve ilişkisellik onda kıyas kabul etmez derecede karmaşık bir hal almış, ona insan sıfatını kazandıran niteliklere dönüşmüştür abartısız. Canlılığın devamı için peşine düşülmesi icap eden içgüdüler onun davranışlarını anlamakta yaya kalır. Salt doymak için yemez mesela insan dediğin, lezzet peşindedir, sofralar kurmak, ziyafet çekmek ister; giyinmekte örtünmek değildir sadece maksadı, süslenmek püslenmek, takıp takıştırmak, güzel kokular sürmek ister; çoğu kez üremek için sevişmez, çiftleşmeyi sevişmeye çevirebilmiştir her nasılsa. Salt “ihtiyaç” duymaz diğer hayvanlar gibi yani ama nafile “arzu”lar. Estetiğe pek bir meraklıdır, görkem gözünü kamaştırır, iktidar başını döndürür, kan döker icabında, haz ve aşk saplantılarıyla pek bir malûldür. Rüya görür, haset eder, kibirlenir, hasret çeker. Her an aklındadır bir gün öleceği, en neşeli anlarında bile keyfini kaçırabilmek gibi tuhaf bir hüneri vardır. Şiir okur, şarkı söyler, acıklı filmlerde ağlar, merak eder uzak yıldızları, bir de kendini, kadeh tokuşturur neşeli yaz akşamlarında, terk edildiğinde 2 yıldır bıraktığı sigarayı tekrar yakar. Uzun uzun tartışabilir pek de mühim olmayan bir konu üzerine, dosttur ama pek güvenmeye gelmez, “korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocuktur”, bazen en vahşi hayvanı bile kıskandıracak kadar zalim, bazen de çok müşfik. Tüm sefaleti ve ihtişamıyla, tüm sıradanlığı ve olağandışılığıyla insan denen canlının tüm bu halleri bu dünyadaki varlık haliyle yakından ilişkilidir kanımca. Bu yazıda söz konusu varlık halinin, insanoğlunun diğer hayvan türlerinin evrimine kıyasla istisnaî bir yol izleyen, onu adım adım diğer “mahlûkat”lardan farklılaştıran evrim süreciyle ilişkili olduğunu ileri süreceğim. İnsanı ve ruhsallığını doğa ile ilişkisi içinden doğru anlamaya çalışacağım.   Evrimin Arzusu İçgüdüsel sistemin klasik modelinde içgüdüleri nötralize edecek özellikler organizmaya içkin olarak genetik mekanizmaların nezaretinde yapılanmaktadır. Bu modelde hayvan içinde yaşadığı çevrenin adeta organik parçasıdır; içgüdülerini tatmine taşıyan ve dolayısıyla canlılığını sağlayan yapısal ve işlevsel özellikler, içinde yaşadığı çevresel koşullarla uyumlu bir bütünlük oluşturur. Organizma ile içinde yaşadığı çevre arasında genetik mekanizmaların güvence altına aldığı, aracılık ettiği bir denklik, örtüşme ve mütekabiliyet ilişkisi bulunur. Çevresel koşullar değiştiğinde organizmanın canlılığını sürdürebilmesi içgüdülerini yeni koşullar altında tatmine taşıyacak organik özellikleri kazanabilmesine bağlıdır. Bu modele uygun olarak işleyen evrimsel mekanizmanın görevi ise çevresel koşullarla organizma arasındaki bağlantıyı genetik düzeyde kurmak, korumak ve pekiştirmektir (Kızıltan, 2011c). Evrim en temelde canlılığın sürdürülmesi lehinde çalışan doğal bir mekanizmadır; bu haliyle  -deyim yerindeyse- “yaşamsever” bir güdülenmeye sahiptir. Değişen çevresel koşullar sonucunda doğayla arasındaki yaşamsal ahengi yitirmiş, içinde yaşadığı çevreye biyolojik olarak yabancılaşmış, dolayısıyla canlılığı tehlikeye düşmüş varlığın tekrar söz konusu ahengi yakalaması için imdada koşar. Sonuç elbette her zaman başarılı olmaz, bilakis canlılık tarihinde soyu tükenen türlere bakarsak sonucu tam bir hezimet bile saymak mümkün. Ancak öte yandan gezegenimiz üzerindeki muazzam yaşam çeşitliğini ve evrende, belki de, biricik olan yaşam olgusunun hala devam ediyor olmasını dikkate alırsak, evet mutlak bir galibiyet olmasa da, en azından “şerefli bir mağlubiyet”ten söz etmek gerek. Alışıldık evrim sürecinde verili habitat (yaşam alanı) dâhilinde içgüdüleri tatmine taşıyacak biyolojik özellikler  “doğal seleksiyon” mekanizması aracılığıyla gelişir. Hayvan, bu sayede, içinde bulunduğu habitatta yaşamda kalmasını temin edecek donanım ve becerileri kazanırken içgüdüleri tatmine taşıyacak organik donanımla içinde yaşadığı habitat arasında içkin bir bağ da meydana gelmiş olur. Başarılı bir evrim süreci sonunda organizma yeni oluşan çevreye uyumunu sağlayacak biçimde dönüşmek suretiyle doğayla arasındaki ahengi tekrar yakalar ve canlılığını (bazen yeni bir türe dönüşmüş olarak) sürdürmeyi başarır. Bu işleviyle evrimi organizmayla dünyası arasındaki “yabancılaşmayı” gideren, organizmayı dünyasına tekrardan aşina kılan bir süreç olarak tanımlamak mümkün (Kızıltan, 2011b). Evrimin Üç Atlısı Evrimsel mekanizmanın işleyişi temelde üç bileşene dayanır: mutasyon, genetik çeşitlilik ve doğal seleksiyon. Bu üç temel bileşen ardışık bir düzen içinde işler. Bir başka deyişle, mutasyon olmadan genetik çeşitlilik ortaya çıkmaz, genetik çeşitlilik olmadan da doğal seleksiyon eleyici ve seçici işlevini yerine getiremez (Özbek, 2010).   Nükleik asitler genetik şifrenin canlılar dünyasında kuşaktan kuşağa aktarılmasına aracılık eder. Organizmaların büyük çoğunluğunda bu işlevi sağlayan nükleik asit “deoksiribonükleik asit”, yani DNA’dır. DNA’nın kuşaklar arasında sadık bir haberci olarak hizmet görmesi öncelikle DNA’nın kendi kendine çoğalması veya kendini kopyalamasıyla mümkün olur. DNA molekülünün çift sarmalını meydana getiren iki kordon ayrıldığında, bunların her biri “tamamlayıcı” kordonun yapımına kılavuzluk edebilir. Bir sonraki aşama DNA’da şifrelenmiş genetik kodların proteinleri meydana getiren amino asit zincirlerine aktarılmasıdır.  Sayısız çeşitliğe sahip proteinler hayatı meydana getiren maddelerdir. Bir “gen” ise belli bir proteini şifreleyen bir DNA dizisidir. Genlerin proteinleri “şifrelemeleri”, istenen proteini oluşturmak için gerekli aminoasitlerin birbirine bağlanma sırasını belirlemek biçiminde gerçekleşir (Zeman, 2006). Evrimsel süreç açısından önemli olan şu ki bir sonraki kuşağa aktarılan DNA genellikle ebeveynin genetik yapısının sadık bir kaydı olmasına rağmen zaman zaman “mutasyonlar”a, ender görülen tesadüfî değişimlere maruz kalabilir. Bir başka deyişle, mutasyon DNA sarmalının baz çiftindeki dizilimde kopyalanma sırasında ortaya çıkan bir “hata”dır. Bu hata sonucunda genetik bir yenilik ortaya çıkar. Değişime uğrayan gen yeni bir kalıtsal özelliğin kodlanması anlamına gelir ve bu suretle yeni özellik topluluğun gen havuzuna katılır (Dawkins, 2004). Bu kopyalama hataları çoğu kez etkisiz değişimlere yol açar, yani söz konusu DNA’nın şifrelediği proteine hiç etkileri olmayabilirler ya da bilakis dezavantaj oluşturabilir ve

Dünyevi

Başka Türlü Bir Şey Benim İstediğim İnsan çoğu kez, bu dünyada, sahip olduğu imkânların çok ötesinde arzulara kapılmış halde buluverir kendini. Sıklıkla, hüsrana yazgılı arzuların peşinde koşarken rastlarız ona. Umdukları ile buldukları pek denk değildir birbirine. En elverişli koşullarda bile bu dünya ve nesnelerini yeterince tatmin edici bulmaz. Başkalaşma hastalığına tutulmuştur o; her daim başka bir şeyin, başka bir kimse ve başka bir benin, başka bir yer ve başka bir zamanın hasretini çeker durur. Arzuladıklarıyla bu dünyanın ona sundukları arasında bir türlü kapanmayan ıstırap verici mesafenin sıfırlanacağı, şu “eğreti dünya”da şimdiye dek neyi arzuluyor da elde edemiyorsa ona sınırsız biçimde sahip olabileceği, neye gücü yetmiyor da yapamıyorsa artık bir çırpıda yapabileceği, sınırsız imkâna ve özgürlüğe kavuşacağı bir başka dünya halinin özlemini çekmekten alıkoyamaz kendini. Başka bir şeydir onun istediği “ne ağaca benzer ne de buluta, burası gibi değil gideceği memleket, denizi ayrı deniz, havası ayrı hava”. İnsandaki bu uslanmayan hayalperestliği, bir türlü ikmâl olmayan yetersizliği, avutulması imkânsız hoşnutsuzluğu ve dinmek bilmeyen özlemi kişisel mazisinde yaşadıklarına ve/veya içinde bulunduğu toplumsal koşullara bağlamakta acele etmeyelim. Sanki her şey yolunda gitseydi, her şey olması gerektiği gibi olsaydı da yine kendinden, bu dünyadan ve hayatından yeterince memnun olmayacak, içi hep bir yanıyla buruk, bir başka hali arzulayıp duracaktı insan dediğin. Kanımca, kendini durmaksızın tekrar eden tüm bu içsel deneyimler insanın kişisel tarihiyle bağlantılı ilişkilerinin ötesinde, çok daha derinlerde, esas itibariyle doğayla ilişkisi içinde şekillenmiş, bu dünyadaki mevcudiyet biçimiyle ilişkilidir. Bu yazıda ruhsallığı gerçek ve/veya fantastik ilişkilerin dışında, insani varlığın dünyevi mevcudiyeti bağlamında ele alacağım. Söz konusu mevcudiyetin, insan ruhsallığını kuran ve koşullayan ve galiba karmaşıklaştıran, bir hayli de ilginçleştiren eğretiliğinden söz edeceğim. Peki, neden eğretilik? İnsanoğlunun istisnai evrimsel geçmişinden miras, bu dünyadaki varlık durumunu tayin eden, varoluşunu travmatik bir hal olarak yaşantılamasına sebep olduğu içindir ki insanlıktan ve dünyevilikten kaytarmaya yönelik türlü büyüklenmeci narsisistik güdülenmelere yol açan, onu her daim endişeli ama tam da bu sebeple yaratıcı da kılan kökensel bir “zaafiyet”e, ontolojik bir “arıza”ya işaret ettiği için. Mevcudiyetin eğretiliği ile esas itibariyle insanın benzersiz evrimsel tarihi içinde şekillenmiş egosunun içgüdüler karşısındaki organik yetersizliğini kastediyorum. Nitekim insanoğlu diğer hayvanlarla benzer içgüdülere (beslenme, savaş-kaç, üreme, vb.) sahip olmasına rağmen, evrimsel geçmişi dolayısıyla, söz konusu içgüdüleri tatmine taşıyacak (nötralize edecek) yeterlilikte beceri ve donanımdan, genetik olarak tayin edilmiş, bedene içkin –deyim yerindeyse- “organik ego”dan yoksundur. İçgüdüleri nötralize edebilecek yetkinlikte organik egonun yokluğu insani varlığı temellendiren ve onun oluşumuna imkân tanıyan ontolojik bir boşluk meydana getirir. Söz konusu organik yokluk ve ontolojik boşluk yaşantısal düzlemde insanın duygu, düşünce ve davranışlarına ve giderek tüm varoluşuna nüfuz eden kronik bir yetersizlik ve acizlik deneyimine yol açar. İnsani varlığa içkin yetersizlik ve/veya eksiklik nöro-ontolojik doğası gereği kişilerarası ilişkilerin erişim alanı dışında konuşlanmıştır. Söz konusu ilişkilerin nüfûz edemediği menzilde yer alan bu “ontolojik arıza”dan kişisel olumsuz deneyimler sorumlu tutulamayacağı gibi, söz konusu “arıza” en empatik annenin, en insancıl kültürün ve en etkili psikoterapinin bile düzeltici etkilerine kapalıdır; dolayısıyla giderilemeyecek cinsten bir tür kader gibi görünür. Tüm bu saptamalardan hareketle, insanda ruhsallığı temellendiren dinamiğin bu “kökensel arıza” olduğunu, hatta aslına bakılırsa ruhsallığın, son tahlilde, bu “kökensel arıza”yla baş etmek üzere, insan bilincine has yaratıcı-sembolik düşüncenin sunduğu bilişsel imkânlar sayesinde yapılaştığını ve işlediğini ileri süreceğim. İnsanlıktan ve Dünyevilikten Kaytarmak Acizlik varoluşta açılmış bir gedik misali zonklar. Egonun içgüdüler karşısındaki içsel yetersizliği dolayısıyla bu dünyadaki mevcudiyetini her daim ölüm endişesini içeren travmatik bir mevcudiyet olarak yaşantılayan insanoğlu, tutkulu bir güdülenmeyle dünyeviğinden kurtulmaya, insanlık durumundan kaytarmaya çalışır. Söz konusu güdülenme her türlü yoksunluk ve engelden arınmış varlık haline ulaşmak isteyen, tanrısallığa terfi etmek suretiyle yoksunluğunu, aczini, yetersizliğini ve çaresizliğini tatsız bir mazi gibi geride bırakacağını ve böylelikle insanlık durumundan kurtulup insan olmanın ıstırabına nihayet son vereceğini uman insanoğlunun en kadim, en insani, en tutkulu ama aynı zamanda en tahripkâr arzusuna işaret eder. İnsan en temelde travmatik mevcudiyetini aşmaya meyilli bir varlıktır; aczini sıfırlamak, muktedir olmak, kursağında kalmış tüm heveslerini gerçekleştirecek, “Ol!” dediğini olduracak tanrısal kudrete erişmek ve cenneti yaşantılamak, organik empotansın acısını ruhsal omnipotans rüyasıyla dindirmek ister. Aczin sıfırlanabileceği ve tamlık idealine ulaşabileceği yanılsamasına kapılmış insanoğlu için tüm mesele artık bunu mümkün kılacak fetiş nesnenin peşine düşmektir. Hayat, bundan böyle, büyülü fetiş-nesnenin bitmez tükenmez ama nafile arayışına dönüşecektir. O denli tutkulu bir arayıştır ki bu, büyülü nesneyi elde etmek ve ruhsallığın tanrısal krallığına girmek için insanoğlu hemen her zorluğu ve uğursuzluğu göze alabilir. Tutkulu aşkın, gözükara cesaretin, coşku dolu umudun, sarsılmaz inancın olduğu kadar nefretin ve hıncın, yıkıcılığın ve zalimliğin ve hasedin ardında da aynı güdülenme yatar. Aczin bir gün ve bir biçimde sıfırlanabileceğine, aczi sıfırlayacak büyülü fetiş-nesnenin bu dünyada gerçekten varolduğuna ve elde edilebileceğine imân eden insanoğlu travmatik olarak yaşantıladığı mevcudiyetini inkâr etmek üzere ürettiği yanılsamalara sıkı sıkıya sarılır. Ruhsallığın aczin ıstırabına bir afyon, aczin aşılmasında benliğe bir çözüm olarak takdim ettiği bu yanılsamalar insanın boş hayallere kapılmasına yol açar. İnsanoğlu, insan olmaktan kurtulmak için nafile çırpınır durur; öyle ki varoluşundaki ıstırabın önemli bir kısmı, salt aczden değil,  bu aldanış, çırpınış ve kaçınılmaz hayalkırıklıklarından kökenlenir. Ruhsal Yanılsamalardan Özgürleşmek Psikanalitik veri ve gözlemler ruhsallığın organik yetersizlikten türeyen ontolojik acizlikle temelde iki yöntemle baş etmeye çalıştığını ortaya koyar. Birincil süreç ve yapıların güdümündeki birincil yöntem, çeşitli narsisistik yanılsamalarla ilişkili taktik ve stratejiler kullanmak suretiyle ontolojik acizliği, esas olarak, inkâr etme çabasındadır. Bu yönteme paralel ancak zıt istikamette işleyen ikinci yöntem ise ontolojik acizliği kabullenir, onunla gerçekçi ve yaratıcı biçimlerde baş etmeye çalışır. İkincil süreç ve yapıların egemenliğindeki bu ikincil yöntem sayesinde insanoğlu bu dünyadaki mevcudiyetinin hakikatiyle yüzleşir, narsisistik yanılsamalara kapılmaksızın yetersizliğini ve aczini sabır, sebat ve tevekkül içinde telafiye çalışır. Ruhsallıkta acizliğe verdikleri tepki bakımından radikal biçimde biribirinden farklılaşan bu iki yönelim adeta iki ayrı dünya halinde yan yana devinir durur. Acizlikle baş etmede ruhsallığın müracaat ettiği ilk yöntem verili, refleksif ve –deyim yerindeyse- “fabrika ayarı” tepkidir. Oysa ikincil yöntem ruhsallığın özgürlük alanına ait bir olasılıktır, kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaz; oluşumu, olumlu/libidinal bağlamda, benliğin ve nesnelerin aktif iradesini gerektirir. Ruhsal dünyaya hangi yönelimin egemen olacağı, ikincil yöntemin yapılaşmasına ve birincil yöntemle arasındaki “iktidar mücadelesi”nin seyrine göre belirlenecektir. Bir başka biçimde ifade etmek gerekirse, birincil yöntem ruhsallığın acizlikle mücadelesinde verili ve refleksif tepki olarak her halûkarda mevcutken ikincil yöntemin içdünyada belirmesi, yapılaşması ve